13 Şubat 2009 Cuma

Konuşan Kim?

Bize kesinlikle önemli bir şeyi ilk öğreten siz oldunuz: başkaları adına konuşmanın haysiyetsizliğini.
" Gilles Deleuze'den Michel Foucault'ya Konuşmalar yapılıyor.
Çok büyük ve önemli olduğu söylenen sözler sarf ediliyor.
Bizim kursağımızdakini oradan alıp götüren büyülü sözler.
Biz sessizce seyrediyoruz.
Kim konuşuyor?
Birileri nasıl yatıp kalkmamızı söylüyor.
Nasıl selamlaşmamız gerektiğini.
Sonra yemeği nasıl yememiz gerektiğini, hangi filmleri nasıl seyredersek daha iyi anlayacağımızı. Elimizi yüzümüzü nasıl yıkamamız gerektiği bize tarif ediliyor.
Biz sessizce dinliyoruz. Kim konuşuyor?
Sonra bakıyoruz. Bize bizim kültürsüz olduğumuzun bize söylendiğini duyuyoruz.
Onu da kabul edip dinlemeye devam ediyoruz.
Elimizde avucumuzda ne var ne yok hepsini alıp götürüyorlar medeniyet ve üstün kültür adına sessiz kalıyoruz medeniyetsiz denmesin diye.
Kelimeler havada uçuşuyor, yere düşen alabileceğimiz ve bezi yansıtan hiç bir şey yok, sessizliğimizi korumaya devam ediyoruz.
Aptallığımız ve cahilliğimiz anlaşılmasın diye…
Bizim yabancısı olduğumuz bu yeni dilin tahakkümü meselesinin yanında kim konuşuyor sorusu da kafamızı sürekli meşgul etmektedir.
Bu şu "medeniyetler diyalogu" meselesi var ya, işte böyle ucu açık ne olduğu muhkem olmayan, sanki "kültürler" konuşuyormuş gibi, ve yaptıkları gayet dolaysız bir mecazla karşı karşıyayız. Hani "ulusların kardeşliği" ve "dünyaya barış" götürme çalışmaları sürekli bizim adımıza yürütülen ve bizi hiçbir şekilde yansıtmayan durumlarla karşı karşıya kalıyoruz.
Kim konuşuyor? Ve zamanı geldiğinde konuşanların ve dinleyenlerin kendilerine, zihinlerine, algılarına nasıl bir değerler değişiminin ortaya çıktığını fark etmezler bile.
Konuşma haysiyetsizliğini gösterenlerin bu haysiyetsizliğinin haklılığı kadar dinleyicilerinde bu vakayı doğal bir şekilde kabul görmeleri sağlanmış durumdadır.
Sömürgeciyle sömürülenin aynı pota içinde görülmesidir.
Zamanla aynileşme, tek farkla benzemeye çalışan sömürülendir.
Yani kuşatmayı kuşanmak gibi bir döngünün içine girmek, harmanlanmak ve bir süre sonra ne olduğunu unutmak, sadece konuşulanlara kulak kabartmak.
Zaman akıp giderken; konuşma büyüdü, büyüdü ve kapladı bütün dünyayı.
Ağ gibi sarıldı bütün benliklerimiz.
Bu ilk adımlar önemli, bu ilk adımlarda gizli bugünümüz.
Bu ilk adımlarda bugünümüzü bulabiliriz, buradan hareketle makaralar geri sarılabilir.
O zaman çelişkilerimizi ortaya koyabilir, bize dayadıkları bakışları üzerimizden atabiliriz.
Bu konuşmanın ilk cümlelerindeki kavramların nasıl oluşturulduğu ve hangi anlamların yüklendiği ve bunu bizim kendimize nasıl mal ettiğimiz ortaya çıkacaktır.
Bize perspektif diye sunulanların hayatımızdan neler alıp götürdüğünü öğrenebiliriz.
Bugün dünyanın her yerinde onlar adına konuşanların ve bunları dinleyenlerin olduğu gerçeği yadsınamaz. Onun içindir ki bu ikilemleri yaşıyoruz.
Bu ikilemler ötekileştirilmişlerin ortak yönlerini ortaya koymaktadır.
Fakat bu gün konuşanların argümanları etrafı kuşatmış durumdadır.
Buna karşı çıkacağımıza, bunları; "çarpıcı zenginlik ve canlılıkta modernist bir kültürle, ancak kendimize mal edebilirsek muazzam güç ve sağlık kaynakları barındıran bir kültürle bağ kurabileceğiz." Söylemine sarılıyoruz.
Konuşulanı ezberlemişsiz.
Eşsiz bir güzellik diye önümüze koyup tapınmaya çalışıyoruz.
Peki, kim konuşuyor?
Bugün konuşulanı dinlediğimiz halde istenmeyen konuk muamelesi görmekteyiz.
Onların niyetlerini okuyarak bizden ne isteyebileceklerini tahmin etmeye çabalıyoruz.
Ona göre davranışlarımızı düzenliyor ve konuşmacının yorulmamasını sağlıyoruz.
Onların kelimeleri üzerine hayatı inşa etmeye çabalıyoruz.
Bize ait olan bedene, ait olmayan bir kafa yerleştirmek gibi.
Düşününce düşünen biz olmuyoruz.
Konuşunca da konuşan biz olmadığımız gibi.
Ali Öner

0 yorum: