30 Temmuz 2009 Perşembe

Edebî terbiye

Milletlerin gelişiminde en etken amillerden birisi hiç şüphesiz edebî terbiyedir. Bugünkü anlayışlar maalesef edebî terbiyeyi yok hükmünde saymakta, gelişim ve ilerlemeyi teknoloji zaviyesinden değerlendirmekte. Her ne kadar teknoloji ve fen alanındaki ilerlemeler insanların maddi refah seviyesini yükseltir, yaşadıkları mekânları ihtiyaca uygun şekilde donatırsa da bu gelişmede insan ruhunun zenginleşmesi veya gönüllerin imarı konusunda bir yükseliş veya zenginlikten söz edilemez. Günümüz insanlarının pek çoğu, edebîyatı yalnızca bir eğlence aracı gibi algılamaktadır. Bu bakış açısı onu diğer eğlence vasıtalarının cazibesi karşısında tercih edilmez konuma getirmekte ve insan ile edebî eser arasında ünsiyet oluşmamaktadır. Oysa edebîyat terbiyenin kaynağıdır ve edebî eserler ahlakın yükselmesine zemin hazırlarlar. Ortak vicdanın oluşması, toplumsal paylaşımların benimsetilmesi, düşünce ve his ufuklarının genişlemesi hep edebî eserler sayesinde muhkem bir yapı kazanır. Ortak yüz kitabı bile okumamış bir toplumun bireyleri birbirlerinden ne kadar uzak, anlayışları birbirine ne kadar zıt ve çelişkili olur; ülkemizin son dönemlerdeki çalkantılarına bakarak anlaşılabilir. Her toplumda düşüncenin olgunluğu edebîyatın olgunluğu ile paralel ilerler. Belki de bu yüzdendir, büyük ilim adamlarının hepsi edebîyatın yüksek olduğu toplumlarda yetişir. Tarih yüzyılları tasnif edilirken, önce edebîyat bakımından yükselmiş, sonra da bu edebîyatın zengin dil zemininde bilimsel çalışmalarda ilerlemiş dönemler daima öne çıkar. Çünkü edebîyat millet hayatının dilidir ve bu itibarla en büyük ilim sayılır. Yoksa güzel yazı yazmak veya yazıyı güzel yazmak neden dünyanın her yerinde takdir toplasın ki?!.. İnsan yaratılışının esası kemal ve olgunluk üzerine kurulmuştur. Güzellik insanın asli vasfı olmayıp hakiki güzellikten (Cemal) ödünç alınmış geçici bir sıfattır. Bilim ve teknoloji insana güzellikle birlikte şeklen de güzel bir hayat sunar. Dıştan bakıldığında güzel görünen veya öyle zannedilen bu hayatın sürekliliğini, süreklilik içindeki kemalini ise edebî eserler sağlar. Bütün bir ömür boyunca artan olgunluk (insan-ı kâmil) yanında gittikçe yitirilen fâni güzelliğin peşine düşmek insanı ne bahtiyar eder, ne de ömrüne sermaye olur. Kalıcı olanı bırakıp geçici olanın peşine düşmek iflasın ta kendisidir. İşte günümüzde insanlık bu iflasın sancısını çekmekte, bu yüzden didişip durmaktadır. Gülümsemelerin yerini çatık kaşların alışı, toplumsal bir hayat sürmekle birlikte tekil ömürler yaşayışımız hep bir edebîyat terbiyesinden geçmemenin sonucudur. Oysa insanlığın biriktirdiği miras içinde edebîyat eserlerinden daha sağlam ve sürekli bir hatıra yoktur. *** Türkiye'mizde bugün edebîyat kavramı örselendiği, fersudeleştirildiği içindir ki fen bilimleri dahi gerektiği biçimde anlaşılamamakta, bilimsellik seviyesi düşmekte, ilmi veya akademik kitaplar yeteri kadar revaç bulamamakta, hatta yazılamamaktadır. Eli kalem tutan insanların çoğu, mesailerinin temelini kendi öz dillerini kavramaya ayırmadıkları müddetçe de doğru dürüst bir eser ortaya konulamayacak; yahut ortaya konulan eserler, çağları kuşatacak ömürlerden mahrum kalacaktır. Ülkesinin ilerlemesini isteyen herkesin öncelikle kendi diline ve o dil ile meydana getirilmiş 'eser'lere yönelmesi zaruridir. Yoksa dil elden çıkarken 'eser' de elden çıkıp gidiyor. Kitapçı vitrinlerine bakınız, ne demek istediğim anlaşılır. LAF OLSUN DİYE Şair ile vezir III. Mustafa devrinin ünlü şairi Haşmet, devrin veziri ve yine şuaradan olan Koca Ragıp Paşa'nın himayesinde yetişmiş, onun konağında büyümüş, nükteleriyle ve başından geçenlerle devrinin seçkinleri arasında zarif bir adam olarak yaşamıştır. Hakkında fıkralar uydurulacak derecede nüktedan olan Haşmet, aynı zamanda nükte kaldırır, gediğine konulan nüktelerde asla gönül hatır hesabı gözetmezdi. Koca Ragıp Paşa da bu tür nüktelerden hoşlanır, onu adeta teşvik ederdi. Haşmet, konakta yetişmekle birlikte görevleri itibarıyla da terfi ederek yükselmişti. Paşanın kitapdarlığını yaptığı sıralarda pek çok kıymetli kitabı onun adına satın alıp İstanbul'un Laleli semtindeki ünlü Ragıp Paşa Kütüphanesi'nin kurulmasına ve koleksiyonun zenginleşmesine vasıta olmuştur. Rivayet olunur ki bir müzayede esnasında yine pek çok kıymetli kitaplar satın alan Haşmet, onları hamallara taşıttırırken biraz sertçe çıkışınca Kassam katibi Rıza Seyit Efendi takılmadan duramamış: - Haşmet Efendi hep mühim kitaplar alıyorsunuz; galiba ya hiç birisini okumuyor veya okuduklarınızla amel etmiyorsunuz. Haşmet kabalık ve terbiye noksanlığıyla itham edildiğini anladığı için cevabını sakınmadan söyleyivermiş: - Ben pek okumam, muhtaç olanlara okuturum. Verdiği cevap Rıza Seyit Efendi'ye olmakla birlikte Koca Ragıp Paşa'ya yetiştirilmekte gecikmemiş ve Haşmet'in bulunduğu bir mecliste Paşa'ya bunu anlatmışlar. Paşa buna önce gülmüş, sonra da Haşmet'i koruyacak şekilde şu cevabı vermiş: - Biz çocukken Sadi'nin Gülistan'ından Farsça okurduk. Terbiyeyi terbiyesizden öğrenmeyi oradan talim etmiştik.
BERCESTE
Kabiliyyet dâd-ı Hak'tır her kula olmaz nasîb
Sad-hezâr terbiyye etsen bî-edeb olmaz edîb
(Yetenek bir Allah vergisidir, herkese aynı oranda nasip edilmemiştir. Edep de bir nasip işidir, edepsizi binlerce kez terbiye etsen, yine de edeplenmez.)
Laedrî

Yazar: İskender Pala

0 yorum: