30 Temmuz 2009 Perşembe

Fahr-i Kâinatı anış

Bir kimse şahsı hakkında, tasvîb-i Muhammedî olmadan, ne emeğiyle ne ilmi ile, ne zikri ile, Allah'ı bulamaz.

Hayatta hiç olmazsa son nefeste âlemlerin Fahr-ı Ebedîsiyle tanışabilmek için en kesin çarelerden biri bol bol Fahr-ı Kâinatı zikirdir (Salâvat-ı şerife).

Salâvat-ı şerife Kur'ân'da kesin olarak farz kılınmıştır Allah, kitab-ı keriminde: «Ben Allah iken meleklerimle (beraber) sevgili Peygamberime salâvat-ı Şerife getiriyorum (O'nu zikrediyorum). Ey iman edenler, siz de salâvat-ı Şerife getirin ve ben onu habibime ileteyim» buyuruyor,

Çok ince bir hikmettir ki, Fahr-ı Kâinatı ancak Allah zikreder. Bizim zikrimiz onun namınadır ve Allah o zikri kabul buyurur.

Bir mü'min günlük namazı esnasında kırk defa, namaz için camide beklerken ve namaz sonu civarında 50-60 def'a salâvat-ı şerifeyi otomatikman okur. Zikrin sayıca tam sonsuzluk verdiği nokta salâvat-ı 7erife okumaktır. Hudut ve sınırsız her müslümanın her nefeste okusa bitiremeyeceği bir vecibedir. Bu zikr-i peygamberi, salâvat-ı şerifenin pek çok çeşitleri vardır. En kolay olanı ; «Allahümme salli âlâ seyyidinâ Muhammedin ve âlâ âli seyyidinâ Muhammed.»

Meali : «Allahım, Efendimiz olan Hz. Muhammed'e ve âline (ehl-i beyt ve bütün dostlarma) salât ve selâmımızı ulaştır.»

Bu kısa malûmatı dercettikten sonra şimdi Fahr-ı Kâinat: anışın ince hikmetini biraz daha açalım :

Âyetle mukayyettir ve her müslüman îmanla mükelleftir ki; kâinat, bütünü ile Efendimiz yüzü suyu hürmetine yaratılmıştır. Yine her fert bilir ki, Allah'a herkes inanır. İnkârda olan bile aslında inanışını başka türlü beyandan başka bir şey yapmaz. Âyet mânâlarından biliriz ki, şeytan da Allah'a inanır. Firavun dahi Allah'a inanmıştır. Nitekim bu günün münkir ve zıt kutbu da Allah'ı tanımakta dolayısıyle gerek şeytan, gerek kâfir, Allah'ı -kendi zan ve evhamında da olsa- anmaktadır. Asıl kulluğa ve imana has özellik, fark, Fahr-ı Kâinatı zikretmektedir.

Fahr-ı Kâinatı anış öyle bir sırdır ki, nefsin bütün hastalıklarının en kuvvetli ilacıdır. Onun içindir ki nefs, en çok Fahr-ı Kâinatı anıştan kaçmak ister. Gerek madde ve gerek mânâda her türlü şerden ve sıkıntıdan kurtaran tek hikmet, âlemlere rahmet olarak indirilen Efendimizi anıştadır.

Efendimizi anışta esas, aşk-ı Muhammedîyi dâvet eder ki, kâinatı feth eden,:kuvvet de budur: Kalbin, rûhun, nefsin ve bedenin her türlü felâhı ancak aşk-ı Muhammedîdedir.

Fahr-ı Kâinatı anışın zâhiri, salâvat-ı şerife okumaktır (Sûre : 33 Âyet : 56). Bâtını ise. Fahr-ı Kâinat ve âlini (ehl-i beyt ve dostlarını) sevmek, onları sevenleri sevmek, onları sevmeyenlerden nefret etmektir.

Bir müslüman, Fahr-ı Kâinat düşmanı, ehl-i beyt düşmanı olandan nefret etmezse İslâm defterine ismini geçirtemez. Tarih boyunca İslâm fert ve cemiyetlerinin en çetin derdi bu olmuştur.

Fahr-ı Kâinat düşmanı evlâdı da olsa ondan nefret edecek. Ehl-i beyt düşmanı kardeşi de olsa ondan kaçacak. Aksine Fahr-ı Kâinat ve ehl-i beyt dostunu kendi evlâdından çok sevecek. Dâvâ budur. Bu meleke ile yoğrulan İslâm cem'iyetini ezecek bir kuvvet yoktur. Bu boya ile boyanmış insanı ne şeytan ne hiç bir şey çelemez.

Bütün kâinatı, madde ve mânâsı ile ayakta tutan hikmet Fahr-ı Kâinat iken, bir insanın bu noktada da anlayış göstermemesi ancak nasipsizliktir.

Dr. Haluk Nurbaki
Makamı Cennet Olsun.

0 yorum: