30 Temmuz 2009 Perşembe

Göklere Nakşolan Aşk (MİHR-Ü MAH) Sultan

Güzelliklerin zirvesinde bir şehirdir İstanbul; Allah İnsanı yaratırken, kendi güzelliğinden bir suret bahşederek yaratmış
En mükemmel şekilde yaratılan insanda en mükemmeli insana sunmak zorunda hisseder kendini.
Güzellik gönüllerden akan çağlayan misali, gönül ile kurulan şehirdir İstanbul...
Yaşadığı coğrafyada estetiği zirveye taşıyan, ürettiği eserlerde estetiği her şeyin üstünde tutan Osmanlının mirasıdır bu şehir.
Estetik, sanatçının eserine kattığı duygusunda saklıdır. Şairin mısralarına aktardığı coşkusunda, mimarın eserindeki tutkulu aşkında, yüreğinde gizlidir.
Estetik kanaattir,
Estetik kültürdür,
Estetik inançtır, inananlar için vazgeçilmezdir güzellik.
İşte bir tarafta modernleşme uğruna betonlaşma, bir tarafta sahip olduğumuz Osmanlı kültürünün o ince zevki, bakıldığında tadına doyum olmayan Allah’ı hatırlatan o ilahi silüeti ile muhteşem İstanbul.

İşte İstanbul’a değer katan, seyredenleri hayretler içinde bırakan Mihrimah Sultan Külliyeleri. Aslında sevginin gücü bilinirse esere de pek şaşmamak gerekir. Çünkü kalp, sevenin eserinde hayat bulur.

Mihrimah Sultan, Kanuni Sultan Süleyman’ın Hürrem den olma kızıdır. II Selim’in de kardeştir. Mihr–ü (Güneş )Mâh (Ay) Sultan güzeller güzelidir. O isim ona boşuna verilmemiş diye düşünür güzelliğini görenler. Güneş kadar parlak, göz alıcı ve aydınlatıcı, ay kadar esrarlı ve mahzun. Gece ve gündüzün sönmeyen ışığıdır o.
17 yaşındayken Diyarbakır valisi Rüstem paşayla evlendirilir. At meydanında (Bu günkü Sultanahmet meydanı) büyük şenliklerle yapılır düğünü. Ve düğünden sonra Rüstem paşaya Sadrazamlık payesi verilir. Mihrimah Sultan, annesi Hürrem Sultan gibi akıllı, devlet işlerinde söz sahibi biridir. Servetinin ise haddi hesabı yoktur. Ne yazık ki Rüstem Paşa ile olan evliliğinde aradığı mutluluğu bulamaz. Bu sebepten dolayı kendini hayır işlerine adar. İstediği şey Osmanlıya yakışır kalıcı eserler bırakmaktır. Aynı zamanda da halka hizmet aşkı ile yanar tutuşur. Yapacağı hayır işleri için düşündüğü isim devrin baş mimarı Mimar Sinan’dır. Sinan Ustaya iki külliye siparişi verir ve yapım süresi içinde hep inşaatlarda dolaşır, Sinan usta ile birlikte fikir alışverişleri yapar. 1540- 1548 yıllarında Üsküdar’da yaptırdığı külliye bu semte atılmış bir imza kadar kalıcı ve söz sahibidir. Üsküdar’da“İskele cami” diye de bilinen külliyede medrese, aşhane, hastane, tabhane, hamam ve çarşısı ile Ayasofya’nın çağdaş bir modelini anımsatır.
Çift minareli bu cami ve külliyesi özellikle şadırvanının zarafeti ile dikkat çeker.

1562- 1565 yılında Edirne kapı’ya yaptırdığı külliyenin camisi ise tek minarelidir. 161 penceresi, ahşap üstüne sedef kakmalı kapısı ile görülmeğe değer bir sanat harikasıdır.
Sinan Usta İşi aldığında günlerce düşünür ve öyle bir şey yapmalıyım ki der Mihrimah sultan ismini göklere yazmalıyım. Külliyeyi görenler bir kere daha Osmanlıya hayran kalsınlar ve Sultanın ismi bu eserlerle tarihe nakşolsun.
İşin sırrı her iki külliyenin inşa edilecek yerlerin tespit edilmesindedir. Sırrına kimsenin akıl erdiremediği Sinan usta külliyelerin inşa edilecek yerlerini uzun süre düşünerek seçer. Ve seçtiği bu mekânlar ile Sinan Mihr-ü Mâh ismini göklere çakar.

Senenin belirli bir zamanında gökyüzünde aynı anda güneş ve ayı bir arada seyredersiniz. Üsküdar caminin iki minaresinin arasından ay doğarken, Edirne kapı caminin tek minaresi üzerinde ise batmakta olan güneş seyredebilirsiniz. Bu nasıl bir mimari hesaptır ve nasıl bir estetiktir buna kimsenin aklı ermez. Veya Sinan’a bunu yaptıran şey nedir? Nasıl bir aşk ile şevke gelmiştir ki dünyayı aydınlatan gece ve gündüzün sönmeyen iki ışığını kalbindeki sevgi ile göklere yazmıştır. O belki de Mihrimah Sultana hiç anlatamadığı ümitsiz sevgisini bununla dile getirmiştir. Bir nakkaş gibi göklere işlemiştir sultana duyduğu derin aşkını.


Yahya Kemal Beyatlı’nın “Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul” dizeleri akla geldiği zaman acaba oda güneşin batışını ve ayın doğuşunu seyretmiştir diye düşündürür insana.
Sevdiğim güzelim İstanbul;
O canım konaklardaki ahşabın sıcak dokusu, tavanlara nakşedilmiş süslemeli oymaların zarafeti, pencerelerdeki vitrayların yapı ile ahengi nasıl bir güzellik katmış gizemli şehre. Mutlu olduğumuz, mutluluğu yakaladığımız o mekânlar ve estetiğin ulaşabileceği en son nokta İstanbul.
O lalezarlar, gülistanlardaki rengârenk güller, hanımeliler, sundurmalardan sarkan o morsalkımlar? Hepsi bizim, hepsi bize has,
bizi biz yapan güzellikler. Yani kişiliğimizi oluşturan şeylerdir yaşadığımız mekânlar.
Mimarların eserleri şairlere, şairlerin eserleri bestekârlara, bestekârların eserleri de kalplere ilham kaynağı olmuş ve kültürümüz yüz yıllarca hep ayakta yaşanan ilahi aşk ile daim kalmıştır.
Değer verilen şey değerlidir, özlem duyulan şey sevilendir. İşte öyle bir kültür ki gönül verilerek, kıymet bilinerek, aşkla, coşkuyla yaratılır bu eserler.

Kamil odur ki; koya dünyada bir eser.
Eseri olmayanın yerinde yeller eser.
HZ Mevlâna

Yazar : Güzin Osmancık

0 yorum: