30 Temmuz 2009 Perşembe

İğdenin İnsana Ettiği

Baharın yaza döndüğü günlerde, taze haberlerle gelir iğde çiçekleri. Kışı mahzun ve sırtındaki karla geçiren iğde ağacı, baharla birlikte açılır ve mevsimin sonuna doğru tüm maharetini ortaya koyarak çiçeklerini patlatır. Sarı çiçekler patlar patlamaz bir yelin, tatlı rüzgârın sırtına atlayıp etrafa yayar kokularını. Yayar sanki taze haberlerini sokağa, yolcuya, çocuğa ve bastonuna dayanıp duran ihtiyara. İğde, boncuk gözlü sarı çiçekleriyle salar dört bir yana taze haberleri.

İğde çiçeğinden yayılan koku, o dayanılmaz koku, kime ne anlatmaz, kime ne haber vermez ki? Ayrılıklara müjde, hasret çekenlere selam, dayanılmaz acılarla kavrulanlara merhem olur. O koku, hayata körleşircesine dalanlara göz, sağırlara ses, dilleri dolaşıklara ilham sunar. Taze haberle açılan iğde çiçeği, sanki bilir kendisine gelenlere neyi sunacağını. Aklın körlüğünü giderir, gönlün pasını siler, gözün perdesini indirir o haberle. Haberini alan insanın dönüşü ise muhteşem olur. Başka türlü olur bu dönüş; çünkü haber bir yük yüklemiştir, bir pencere açmıştır, bir el uzatmıştır insana. Ve iğde çiçeği yapar yapacağını insana; orada o meydanda ona seslenir. Kokusuna banıp çıkardığı insana yeni bir haberi fısıldar. O haberle insan döner kente bakar, kasabaya ve köye bakar. Akıp giden hayat seline, sele kapılan güleç ve hoşnut insanlara... Kayıp giden topraklara, eriyen ideallere, eritilen değerlere ve anlamlara... Tutunacak bir şey bırakmamacasına azmanlaşan, canavarlaşan, kahpeleşen akıntıya... Bir iğde ağacının nazenin, gümrah ama mütevazı, zengin ama alçakgönüllü haline bakar; bir de döner kente bakar, kasabaya ve köye. Gelir dayanır bir set gibi o zıtlık, hayatın insana göz kırpışı olan çelişki.

İğde ağacı, her mevsim orada bekler durur yolcuyu, çocuğu, kadını ve ihtiyarı. Bekler durur gelecek olan kimse. Ya bir dere kenarında ya bir cami avlusunda... Bir tarlanın kıyısında yahut uzayıp giden yol boyunca... Saklanmış olsa da ortada olsa da, kokusu bulur aradığını, çekip alır insanı. Az konuşur öz konuşur iğde ağacı. Bir çiçeklenir söyler bir meyvesini çıkarır söyler ve bir de meyvesini al al kızartmışken gelip dokunacak elleri beklerken söyler. Daha da söylemez. Ben bunu bilir bunu söylerim der ve çekilir müstesna köşesine, bekler kışı, bekler büyümeyi, bekler pişmeyi.

Köksal Alver

0 yorum: