12 Nisan 2010 Pazartesi

Sana Hayret Yakışır


Sana bir çocuk gözü gerek, her şeye hayretle bakacak.
Bir zamanlar çocuktun, görürdün.

Büyüdün, kör oldun.

Tıpkı benim gibi.

Sana bir çocuk dili gerek, “niçin?” diye soracak.

Evvel zaman içinde çocuktun, sorardın.

Büyüdün, unuttun.

Harikalar perdelendi.

Sorularını yitirdin sen.

Cevaplarsa, önünden dereler misâli akıp gidiyor, ama sen göremiyorsun.

Düşünmüyorsun, düşünmeyişini de düşünmüyorsun.

Nerden mi biliyorum?

Kendimden...


Bir çocuk yaşamalı içinde.

Sesinde bahar tarâveti, papatya gözlerinde merak, kelimelerinde fırından yeni çıkmış taze ekmek kokusu.

Yumuk ellerini gamzeli yüzüne dayayarak sürekli sormalı.

Esen rüzgârların sesi ne söylüyor?

Hüznün rengi ne?

Sevincin kokusu nasıldır?

Kim yazdı ümidin şiirini?

Kim boyadı mevsimleri?

Kim yapar yumurtadan kuşu, topraktan kirazı, yoncadan sütü?

Hangi ustadır patlıcan tavadan, mercimek çorbasından, imambayıldıdan, bulgur pilavından göz, kulak, burun, dil yapan?

Resûl dayının fırınında kavrulan ekmek insan bedeninde nasıl can kazanıyor?


Kimyada üstadımız, arı.

Dokumacılıkta önderimiz, örümcek.

Yüzmede modelimiz, balık.

Uçmada pirimiz, serçe.

Koşuda her zaman birinci, antilop.

Tek adım atlamada şampiyon, çekirge.

Ne sihirdir ne keramet, birer mûcize bunlar!

Güzel bak, güzel gör!

Sana hayret yakışır!


Havaya her gün milyarlarca ton su pompalanır, bulut olur.

Bulutlar rüzgârlarla taşınır kurak beldelere.

Yağmur, melankolinin resmini çizer havaya.

Su bir semboldür, kurak topraklara merhamettir yağan, serinliktir, temizliktir.

Hava ağlar, yer güler.

Her şeyde bir parça yağmur vardır.

Dalda elma, bardakta su, insanda kan, aşıkta gözyaşı olur yağmur.

Yağmur yağıyor, seller akıyor, ama camdan bakan sadece arap kızı.

Senin işin başından aşkın.

Beyaz camın efsununa kapılmışsın.

Kafan bir odun deposu âdeta, genel kültür kapısından giren lüzumsuz malumâtın istilâsı altında.

Ona bir ateş ver, üfür dumanını, savur külünü, belki nûra inkılâp eder o zaman.


De bana, yağmur hangi dilde yağar?

Yeryüzünün bitki kızlarına kim su emdirir?

Kaç derecedir pişman bir kalbin ortasında yanan ateş?

Toros dağlarında doğan Yörük kızının ilk feryadını kim işitir?

Kimdir, annesinin kalbinde şefkat, göğsünde süt pınarı akıtan?

Yılan niçin yutmaz yavrularını?

Söyle bana, dağ, deniz, ova nasıl sığıyor kafana?

Hayâlindeki dünyayı hangi gözünle görüyorsun?

Yağmur damlasının bomba tesiriyle titreyen gül nasıl kanar?

De bana, bir odunu yararak dünyaya gözlerini açan çiçekler için ispinoz kuşu hangi şarkıyı söyler?

Mavi göklerde yürüyen bulutlar sana ne düşündürür?


Gece gökler var simsiyah, yüzünde yıldızlar gezer.

Gündüz denizler var masmavi, içinde canlı gemiler yüzer.

Denize bakmaz mısın, baktınsa görmez misin?

O dalgalı mavi perdenin arkasında olanı aklına getirmez misin?

Gözlerini asfalta dikerek yürürken görüyorum seni, başını kaldırıp da bakmıyorsun semaya.

Sen bakarsan o da bakacak yıldız gözleriyle, gülümseyecek ay yüzüyle.

Hayret makamına yüksel de bak, neler var cihanda.

Gazetelere bedel şu âlemin sayfalarını oku da gör ne haberler var ötelerden?


Ne cevherler gizli sende.

Alışmışsın, biliyorum sanıyorsun, düşünmüyorsun bile.


Ağzına bak, bir kelime fabrikası o.

Sesleri kalıplara koyup uçuruyorsun havaya kuşlar gibi.

Kelimelerin kanat çırpıyor hava âleminde, kulaklara konuyor, akıllara, gönüllere giriyor.

Bu kuşlar mâna taşıyor, sevgi, korku, kaygı, neşe, müjde götürüyor.

Gönülden gönüle postacılık ediyor.

Her konuşmanda besteler yapıyorsun.

Ses sistemin de bir saza benzemiyor mu?

Âh ülfet!

Nice harikaları sen perdeledin.

İnsanı sen mahrum ettin hikmetten.

Oysa, tefekkür hayretle başlar.


Beden bir saray, içinde efendi oturur, göz penceresinden bakar dünyaya.

Sen de bak!

Etrafın harikalarla dolu.

Uçak, sinekten utanıyor.

Tren, kırkayaktan hayâ ediyor.

Vapur, balinaya hayran.

Robot, insanı öykünüyor.

Hayretle bakmazsan, tavuk sadece tavuktur, bakarsan yumurta makinesi olur.

Şu melek huylu koyun yalnız koyundur gözünde, görmek için bakınca bir süt fabrikası oluverir.

Bakarsan fark edersin güneşin hiç sönmeyen bir lâmba ve soba olduğunu.

Dünyanın ilk takvimi ay imiş meğer, dersin.


Fıtrattan da uzaksın.

Bahçelerden esen rüzgârlar saçlarını savurmuyor artık.

Tepelerde çiğdemler sen görmeden yeşeriyor, büyüyor, ölüyor.

Yeni doğan kuzular, titrek bacaklarının üstüne kalkarak annelerini emmeye çalışırken yanlarında değilsin.

Burnun, yağmurlu bir günün toprak kokusunu unutalı yıllar oluyor.

De bana, çiçek açan bir şeftali ağacını en son ne zaman gördün?

İncecik bitkilerden gıda emen iri karpuzlarla dolu bir tarlayı hayretle temaşa etmiş miydin?

Bu nârin teller şu kocaman kütleleri nasıl besliyor, bu şirin karpuzun şekeri şu tatsız topraktan nasıl çıkıyor, dışı niçin yeşil de içi kırmızı diye sormuş muydun?

İhtimamla çekirdekler dizen, her çekirdekte kaderler yazan kim, dedin mi?

En son ne zaman kullandın hayret nidasını?


Kimlere hayret ediyorsun ya da nelere?

Elindeki beş topu birbirine dokundurmadan beş dakika döndürenlere şaşarak bakıyor, ama on iki dev gezegeni güneşin etrafında milyon senedir birbirine çarptırmadan döndüren kudrete dönüp bakmıyorsun bile.

Resmini sana benzetenlere hayran oluyor, seni sen yapanı hatırlamıyorsun.

Aynaya bakıyor, eşsiz bir sanat eseri olan yüzünü görüyor, ama görmüyorsun sanatkârını.

Sormuyorsun, kim?

İçindeki çocuk kan uykularda.


Sormayı çocuktan öğren.

Çocuk gözüyle gör dünyayı.

Bakışın neye dokunursa altın olacak o.

Güzelce bak ki, görebilesin güzellikleri.

Sorularla yaşarsan, cevaplarla coşarsın!


Küremizin kalbinde yanar bir ateş, derecesi iki yüz bin.

Üstü kabuklu bir ateş topunun üstünde yaşıyorsun.

Şemsin etrafında pervâne misâli dönen bir uzay gemisinde misafir yolcusun, ama sormuyorsun, kim bindirdi?

Ne korku hissediyorsun, ne endişe, fakat sual etmiyorsun, bu emniyet niye?

Anne kucağında bir bebek kadar huzurlusun, rahatsın.

Demiyorsun, dünya üstünde bana bu güven duygusunu veren kim?

Suallerle yürümeyen cevaplara varamaz.


Sen bir kovan olsan, arılar olsa gözlerin.

Konuversen yıldızlara, aylara.

Ak köpüklü dalgalara dokunsan.

Tırmansan tepelere, dağlara.

Hayret sedasıyla okusan baharın şiirini.

Ve yaldızlı kasidesini yazın.

Hayran olsan incili çiçeklere, yeşim yapraklara, mücevher meyvelere, ibrişim dallara.

Yükselsen semalara, miraç yolu merdiven.

Yıldızlar dersen sema tarlalarından ve en güzel esma bahçelerinden.

Dinlesen rüzgârların terennümünü, kuşların cıvıltısını, yağmurların tıpırtısını!

İşitsen denizlerin haykırısını, bulutların nârasını, taşların tıkırtısını.

Hepsi birer dâvet sesi.

“Biz de varız, bize de bak!” diyorlar.

Gören gözlerin nerde, nerde gözlerin senin?

Ömer Sevinçgül

0 yorum: