10 Ağustos 2010 Salı

Baloncu


Baloncuya sorsanız şöyle der:
Balonlar sanır ki, ben onların uçurucusuyum!
Zannederler ki; onları elimdeki iple havaya iter, yükseklerde tutarım...
Ben olmasam uçamayacaklarını sanırlar...

Hâlbuki her balonun uçması kendi içindendir...
Uçmak; içine ne doldurulduğuyla ilgilidir!
Uçacak olan balon zaten uçar.
Tehlikeli olan balonun uçması değildir.
Uçmakta olan balonun savrulmasıdır!

Balonlar; uçmalarını baloncudan bilse dahi baloncular bilir
kendilerinin uçuran değil, tutan kişi olduklarını!
Marifet belki de budur:
Hasbelkader eline geçmiş olan balonların ipini kaçırmamak!

Beceremiyorsan, erbabına teslim edeceksin...
Bileceksin ki incecik bir ip var felaket ile arasında;
incecik bir iptir savrulmasına mani olan;
incecik bir iptir kayıp olmakla var kalmak arasındaki çizgi!

Balonlar hep kendi iplerinden çekiştirir, her rüzgârın peşinden gitmek ister.
Ama biz hep “ipinden tutulmakta olan” balonların yüzünü görmekteyiz.
Ne güzeller; o ince iplerinin tepesinde arzı endam etmekte, kendilerini göstermekteler.
Peki ya ipini koparan,
savrulan, kaçanların halini, kurtulduğunu sanan balonların suratını gören var mı? Acaba bakılabilecek halde midirler?

Balon ya uçtuğu için baloncuya minnet duyar veya uçamamasına sebep görür, nefret besler!
Hâlbuki baloncu, emanetçidir!
Bir tutam ipi, bir süreliğine elinde tutar...

Muammer Erkul

0 yorum: