13 Ocak 2011 Perşembe

Hem Cemevinde yeri var, hem camide

Saat veriliyor tören için: 13.00. “Namazı müteakiben” kaydı yok. Hemen soracakların adına ben sorayım: Neden cami değil; Cemevi? Başkaları için başka türlü sormuşlar da vardır bu soruyu: Neden Cemevi değil de cami?

Image and video hosting by TinyPic

Kıvırcık Ali

Nasihat isteyene ölüm

yeter.

Ölüden iyi konuşmacı yoktur.

Çünkü, ölünün içi dışına eşittir.

İçten konuşur.

İçinden geleni dışı perdelemez.

Sözü özü denktir.

Hal diliyle konuşur.

Hesabı kitabı sıfıra yuvarlamıştır.

Hiç hesapsız konuşur ölüm.

Bedeli ödenmiştir sözlerin.

Bir ömür tüketilmiştir

uğrunda.

O sözlerin ardında niyet aranmaz.

Art niyetsizdir.

Bir şey istemek için konuşmaz ölü.

Sonrasında bekleyeceği bir

menfaati yoktur ki.

Daha sonra isteyeceği bir şey kalmamıştır ki.

Sonrası olmayanın konuşması kadar güzeli var mıdır şu âlemde?

Kıvırcık Ali öldü.

İzin verelim o konuşsun.

Susturun şu geveze şehri.

Kapatın ağızlarını yarın hesabıyla konuşanların.

Yere atın akılları tutan slogan sözleri.

İçinde bir başka ajandayı yazanın “Allah seni inandırsın!”larına kulak asmayın.

“Bütün samimiyetimle sö

ylüyorum”ları bir kenara bırakın.

Konuşma hakkı, yarınları tüketmiş Kıvırcık Ali’nindir.

Ali benim kardeşim.

Yüreğimin kuytularında söndürdüğüm sızılarımın dili Ali.

Ali benim haldaşım.

Susturduğum sancıların, unuttuğum çığlıklarımın habercisi Ali.

Ali benim yoldaşım.

Tökezlemelerimi, kay

ıp düşmelerimi bilendir Ali.

Benim kadar şaşkın, benim kadar aklı karışıktır.

Öldü Ali.

Şimdi ölümün sesidir Ali’nin suskunluğu.

Bugün gündemimizin baş

köşesine oturmak için canını ortaya koydu.

Bir hakkı vardı; işte onu da kullandı.

Dahası yok.

Bir daha konuşmayacak ki.

Kulak vermemek olmaz Ali’nin konuşmasına.

Onun adına “konuşma”yı, duyabildiğim kadarıyla fısıldamak istiyorum sevenlerine.

Varsa sevmeyenlerine de

.

Kıvırcık Ali’nin cenazesi Cemevi’nden kalkıyor.

Saat veriliyor tören için: 13.00

“Namazı müteakiben” kaydı yok.

Hemen soracakların adına ben s

orayım:

Neden cami değil; Cemevi?

Başkaları için başka türlü sormuşlar da vardır bu soruyu:

Neden Cemevi değil de cami?

Kıvırcık Ali’nin tercihi belli

ki Cemevi.

Dediklerine göre kendisi yaptırmış Cemevini.

Ona “Sen Alevisin!” denilmiş aklı ermeye başladığında.

“Sünni değilsin; yerin Sünnilerin olduğu yer değil” diye telkin edilmiş.

Camii mi?

Birilerine göre “ötekilerin yeri” camii.

Sazını yeni tımbırdatmaya başlamış toy delikanlılara dendiği gibi.

Semaha kollarını yeni açmış

hanım kızlara fısıldandığı gibi.

Ali’ye de öyle dendi.

Camii mi? Ötekilerin yeri.

Ezan? Bizden olmayanların sesi.

Beride de var böylesi sesler:

Falanca köy mü?

Sorma, uzak geç; uğrama.

Ezansızdır; namazsızdır, camisizdir.

Sakın ha!

Kestikleri yenmez.

Kız alınmaz, kız verilmez.

Bizden olmayanların köyü

Cemevi mi?

Ötekilerin yeri.

Bugün cenazesi vardı Kıvırcık Ali’nin.

Alevi delikanlısı Ali Özütemiz’in cenazesi.

Tokat’ınTurhal’ında benim gibi türküler dinleyerek büyümüş hemşerimin cenazesi.

Hatırlatayım; cenaz

esi olanın tercihleri biter.

Öldüğü gün bir şey istemez insan.

İsteyemez.

Demek ki Ali iradesiz bulunacak Cemevinde

Başka birilerinin de iradesiz, istemsiz bulunması gibi camide.

Kıvırcık Ali’nin ilk iradesizliği değil

bu.

Doğduğu gün de irade ortaya koyamadı.

Bir bebekken tercihte bulunamazdı.

Elinde değildi; bir Alevi köyünde doğdu.

Alevi ana babanın oğlu olarak açtı gözlerini dünyaya.

Doğar doğmaz karşı köyün büyüklerin

ce “alevi” diye etiketlendiğini nereden bilecekti.

Karşı köyün bebeleri de farkında olmadan “Sünni” doğdular, öyle etiketlendiler.

İtiraz edebilirler miydi?

Ali ve yaşıtları bu ayırımla büyüdüler.

Bu ayırımı büyütenlerce büyüt

üldüler.

Cami ve Cemevi böylece ayrıldı birbirinden.

İşe bakın ki, ikisinin de anlamı “bir olmak” “birlik olmak” iken, ayrılmanın, bölünmenin, dağılmanın, ötekileştirmenin sembolü olageldiler.

Karşı köşelere kondular.

Oysa içindeki insanlar aynı.

Başka biçimlerde de olsa, amaçları aynı.

Cemevi dergâhtır; tarikat dergâhı.

Tıpkı dergâhlar gibi camilerin şubesi olarak

doğdu.

Namazı sonrasında bir tarikat tercihi olarak gidilirdi Cemevine.

Tıpkı Mevlevihane’ye

gider gibi.

Namazın yerine sema konmadığı gibi Mevlevilerce;

Semah da namaz yerine icat edilmedi Bektaşilerce.

Namazın üstüne semah yapılırdı.

Secdeyi müteakipti Bektaş

i dergâhına gitmeler.

Camide yapılanın yerinde değil, yanında dururdu Cemevinde yapılanlar.

Ta ikisinin de içleri boşaltılıncaya kadar.

Ne cami hak ediyor içeriksizliği ne Cemevi.

İkisi de dolu olsaydı anlamca,

ikisi de birbirine yakın olacaktı.

Sünni Senai de Alevi Ali de bu içeriksizliğin mağduru.

Anlamı olmayan her şey gibi siyasallaştı, tarafgirliğe indirgendi camii ve Cemevinin varlığı.

“Siz-biz” çekişmesine kurban edildi.

Oysa beraber söyleyip dinliyoruz türküleri, bak.

Ali ve ben sazın teli kadar biriz, birlikteyiz.

Bağlamanın sızısı kadar ortağız, halkdaşız, soluktaşız, gardaşız.

Acının aynı köşesinde sa

bahlıyoruz.

Hüznün aynı tarafında oturuyoruz.

Aynı sevincin ellerinden tutuyoruz.

Camiyi cem olmanın rakibi görenler Cemevini uzak köşeye itti.

Alevi köyünde doğmuşları camiye uzak görenler uzağa düşürdü Ali’leri.

Sünniliği “Sünni köyünde doğmuş”luk sananlar ötekileşirdi Alevi köyünde doğmuşları.

Ötekileştiren ne Sü

nni köyünde doğmuş Senai ne Alevi köyünde doğmuş Ali.

Başkaları…

Asıl ötekileştirmeyi hak edenler onlar…

Nedense, dünyada Müslümanlara uygulanmasından yakındığımız çifte standardı, bu topraklarda Alevilere uygularız.

Söz gelimi bir saldırgan Müslüman’sa, dinin adıyla anılır; “İslamî terörist”

Başka bir dindense, ke

ndi adıyla anılır; “Yahudi, Budist, Şintoist, Hıristiyan, terörist” denmez.

Bu ülkede, Sünni köyünde doğmuşlar içinden de, Alevi köyünde doğmuşlar içinden de hata edeni çıkar elbet.

İnsanız hepimiz.

Ama hata sahibinin mezhebi nedense sadece Alevi köyünde doğmuşlar için anılır.

Oysa, hata her insanda olur, günah her köylüyü vurur.

Şaşılacak ne var

bunda?

Namazını hakkını veremeyenler, oruca uzak duranlar her tarafta var.

Belki de namazsız, oruçsuz “Sünni”lerin sayısı, namazsız “Alevi”lerinkinden kat kat fazladır.

Ama niye namazsızlık Alevilere eşitlenir?

İnsan biriciktir.

Biricik olarak durur hataların ve sevapların ortasında.

Gider gelir.

Gidip gelebilmelidir de.

Geldiği gibi gi

debilir de.

En günahkârımızın sevaba dönüşünü bekler Rabbimiz.

En faziletlimizi de şeytana uymama konusunda sıkı sıkı tembihler.

Erdemlilerin de ayağ

ının kayabileceğini bilir Rabbimiz.

Bir hanım başörtüsüz de olabilir, başını örtüyor da olabilir.

Kime ne?

Başörtüsüz de Allah’a kul, başörtülü de.

Her ikisi de günaha ve sevaba eşit uzaklıkta.

Ayağı kayabilir her ikisinin de.

Ama birini şeytan birini melek ilan etmeler başörtülülerin ve başörtüsüzlerin işi değil.

Bağnazların işi…

Amigolaşmış akılların aceleciliği.

Söyleyin şimdi bana.

Ali nerede?

Cemevinde.

Ama camiye de uğrayacak, merak etmeyin.

Sözüm ona “Sünnilerin” bile birli

kte görünmekten korktuğu başörtülü sunucularla birlikte göründü Ali.

Korkmadı da yüksünmedi de.

Alevi köyünün başörtüsüz kızları da dinledi Ali’yi.

Sünni köyünde doğmuş başörtülüler de sevdi Ali’yi.

Haşemalı hayranları da var Ali’nin, bikinilileri de var.

Var mı itirazı olan?

Sünni köyünde doğmuşlar kadar delikanlı ve Allah’a yakın Ali.

Onlar kadar şaşkın ve temiz yüreklidir Ali.

Alevi köyünde büyümemiş benim de Ali kadar kusurlarım ve günahlarım var.

Kusurların hepsini Alevi köyünde doğmuş Ali’ler

e yükleyip Sünni köyünde doğmuşları ne olursa olsun temize çıkarmak mıdır Sünnilik?

Üstü kalsın istemiyorum.

Sünnilik davası değil bu, kan davasıdır.

Sırf Sünni köyünde doğmuş diye Fatma’ları, Osman’ları, Ömer Faruk’ları, Zeynep’leri, Bekir’leri zalim Yezid diye etiketlemek midir

Alevilik?

Üstü kalsın bunu da istemiyorum.

Alevilik değil bu; olsa olsa kin hesabıdır.

Ne cami özler bu böylesi Sünnileri,

ne Cemevi bekler böylesi Alevileri.

Kıvırcık Ali, ne öylesiydi ne böylesi oldu.

Hem Cemevinde yeri var, hem camide..

Allah rahmet eyleye…

Senai Demirci

0 yorum: